Mimarlık her ne kadar insanlığın ihtiyaçları doğrultusunda doğmuş bir oryantal sentez olarak kabul edilse de, varoluş süreci gerek biçim gerekse estetik açıdan mimari için bir başlangıç noktasıdır. Tanrı’nın bilinmezliğini çözmeye çalışan ve O’nu arayan insanoğlu, inanç sistemi döngüsünde ilk başta mimariyi araç olarak kullanmıştır.
Neandertal (Homo neanderthalensis ), günümüzden yaklaşık 250.000 yıl önce mağaralarda yaşamış insan türüdür. Korunma amaçlı mağaralarda yaşadıkları ve mağara duvarlarına yaptıkları resimler hepimiz tarafından bilinmektedir. Peki bu mağara resimleri bize ne anlatmıştır? Bu resimler avladıkları hayvanları veya korktukları doğa olaylarını konu almıştır. Bunların bir ritüel olduğunu düşünürsek, bu resimler onları yırtıcı hayvanlardan, doğa olaylarından zarar görmemelerini sağlamak ve avlanmalarını kolaylaştırmak içindir. Tanrı veya tanrıları, onları korumuş ve yardım etmiştir. Yaratıcı kavramı net olarak ifade edilemese de; inanç sistemi kurulmaya başlamıştır. Ve Mimari; mağara duvarlardaki resimler ile tanrıya ulaşmak için bir araç olarak kullanılmıştır.
Çanak çömleksiz neolitik çağa ait en eski yapılaşma Göbekli Tepe ile karşımıza çıkmaktadır. Çıkartılan kalıntılara baktığımızda herhangi bir konutsal özellik taşımamaları; yapılar bütününü harika bir kült mimari olarak göstermektedir. Boyları 7m yi bulan dikili taşların çıkarılması; insanların stilize edilmesi olarak düşünülse de, insan boyunu aşan ölçekte yapılması, Tanrı’ya yakınlık olarak düşünülebilir. Bu da mimarinin hala Tanrı’ya ulaşmak için bir araç olarak kullanıldığını bize gösterir.
Antik Yunan Çağı’na geldiğimizde yaratılma düşüncesi yoktur. Dünya yoktan var edilmek yerine, biçim verilerek meydana getirilmiştir. Zamanın ünlü düşünürü Platon’a göre; iyi ideası, bir mimar gibi var olanı işleyerek biçimlendirilmiştir. Bu da arkaig dönemde mimarinin araç olmaktan çıkıp, Tanrı’nın mimar olduğunu bize göstermektedir.
Tek tanrılı dinlere geçişle birlikte, dünyayı yoktan var eden bir Tanrı inancı oluşmuştur. Yerleri ve gökleri vareden Tanrı inancı, bize Antik Yunan Çağ’ından günümüze Tanrı’nın hala ilk mimar olduğu inanıncının değişmediğini göstermiştir. Aralarındaki tek fark, birinde biçimlendirilen Dünya diğerinde yoktan var edilmiştir.
Bazı toplumsal gruplarda tarafsız bir Tanrı anlayışı vardır. Üyelerin inanış olarak tek tanrılı bir dine mensup olma zorunluluğu olması ve bu dinlerde Tanrı kavramlarının farklılaşması nedeniyle Tanrı’yı ‘Evrenin Ulu Mimarı’ olarak nitelendirmektedirler.
Teknolojinin gelişmesi ,yeni bir çağın ilk adımlarının atılması; insanlara yaratıcı olma hakkını vermiştir. Meta dünyası ile insanlar, kendi dünyalarını yaratmaya başlamışlardır. Bu durumu arkaig çağa göre düşünürsek var olanı biçimlendirerek, insanlar kendilerinin Tanrı’ları, kendi dünyalarının mimarları olmuşlardır.
Günümüze kadar ‘Tanrı’ ve ‘Mimar’ kelimeleri ayrılmadan gelmiştir. İlk başta inanç sisteminde mimarlık bir araç iken, yerleşik düzene geçilmesi ve sosyopolitik yaşamın başlaması ile birlikte Tanrı mimar olarak görülmeye başlanmıştır. Yaratma kavramının topluma entegre olması ile birlikte Tanrı baş yaratıcı, baş tasarımcı olarak inanç sisteminde yer almıştır. Bilişim sektöründe önemli gelişmelerin yaşanması ile insanlar kendi evrenlerini sanal ortamlarda inşa etmeye ve kendi evrenlerinin Mimarları olmaya başlamışlardır. İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlasında dediği gibi, ‘Gerçek olan biri beni düşünüyor. O gerçek ben ise bir düş oluyorum.’