Mimaride Koronavirüs Etkisi
Mimaride Koronavirüs Etkisi hafife alınmayacak kadar önemlidir. Salgın hastalıklar için tedavi merkezi yapma fikri günümüzden çok uzak bir zamana ait değil. İlk olarak 1933 yılında Finlandiya’lı mimar ve tasarımcı Hugo Alvar Henrik Aalto Finlandiya’nın güney batı kısımlarında küresel salgın olan Tüberküloz tedavisi için Paimio Sanatorium adındaki yapıyı tasarladı.
Bina, cephesini çepeçevre saran geniş pencerelerin uzun duvarlarına ve yolcu gemilerinin parmaklıklarına benzer geniş bir çatı terasına sahip olması dolayısı ile katı bir geometrik yapıdadır.
Tüberküloz yirminci yüzyılın başlarındaki en acil ve en büyük sağlık sorunlarından biriydi. Paimio yapısındaki en önemli unsur, tüberküloz hastalığının tedavisine bir mimari olarak yardım edebilmeyi amaçlamasıydı. Örneğin; odalardaki tavanın açık rengi sessizlik ve huzur için özenle seçildi. Bunun yanı sıra odanın en ışıklı bölümü hastaların ayaklarına doğru yönlendirilerek hastalığın olumsuz yanlarından ve belirtilerinden biri olan ayakların soğuk olmasının önüne geçmek hedeflenmiştir.
Hastaların uyuyabileceği terasların yanı sıra pencerelerden gelen geniş gün ışığı da tedavinin bir parçasıydı, çünkü güneşin tüberküloz bakterilerini öldürmede etkili olduğu kanıtlanmıştı. Sanatoryumda mimarinin kendisi tedavinin bir parçasıydı.
Ne yazık ki geçtiğimiz aylarda hastalık ve mimari için yeni bir kavşağa geldik, burada kontaminasyon (bulaşma) korkusu ne tür alanlarda olmak istediğimizi ve olmamız gerektiğini yeniden kontrol ederek biz insanlara yön veriyor. Eski yıllarda yaşanan tüberküloz salgını modernizmi şekillendirirken covid-19 ve aylar boyunca evlerimizde karantinada kalmayı deneyimlememiz mimarlığın günümüz ve yakın geleceğini etkileyecektir.
1. Evsel Alan konusunda Mimaride Koronavirüs Etkisi
İnsanların mekânsal rutinlerinin ve artık sınırlandırılmış dahi olsa eski alışkanlıklarının yeniden uygulanabilmesi için mağazaların ve ofislerin tekrar şekillendirilmesi ve baştan biçimlendirilmesi gerekiyor. Bugünlerde karantina, insanoğlunun birçok kavramı baştan tanımlamasına sebep olmuştur. Bunlardan bir tanesi çalışma ortamlarımızdır ve bu süreç içerisinde gerekli olmayan tüm çalışanlar evlerinin sınırları ile daha yakından tanıştı. Evlerimiz hakkında her şeyi bildiğimize inanıyoruz özellikle de kusurlarını. Evimizin yeterince ışık almıyor olması, zeminin kirli olması ve banyonun küçük olması hepimizin hemfikir olduğu üzere evimizin kusurlarındandır. Mimarlar için bu kusurları düşünmek ve çözümlemek bir ruh araştırması egzersizidir. Eskiden bu kadar fazla düşünülmeyen hatta ayrıntı diye nitelendirilen odalarda bulunan kalın kapılar artık fazlasıyla düşünülüyor çünkü eğitim sistemi internet üzerinden sağlanan derslerle devam ediyor ve çocukların ses geçirmeyen kapı ve duvarlara ihtiyacı var.
Barlar, kafeler ve mağazalar artık kaçış imkanı sunmaktan çok virüs kapmaya yatkınlık sağlıyor. Bu durumda çözüm elbette ki yenilikçi fikirlerin sahibi mimarlarımız.
Eleştirmen Karel Teige’in 1932 tarihli kitabının adını verdiği gibi, mimarlar uzun zamandır “minimum varoluş” veya “minimum mesken” kavramıyla meşguller. Minimum varoluş, bir alanda kendinizi en az rahat hissetmeniz gerektiğini gösterir. Yirmi birinci yüzyıl şehir sakinleri olan bizler için minimum varoluş, küresel salgın öncesi her yerde yanımızda taşıdığımız mobil aksesuar paketi, örneğin işe gidip gelirken yanımıza aldığımız kulaklık, akıllı telefon, dizüstü bilgisayar, şarj kabloları ile oluşur. Ancak günümüzde, bu mobil aksesuar paketleri bir tür “maksimum varoluş” oluşturuyor; mümkün olduğunca küçük bir alanda olabildiğince fazla.
Şu anda ne minimum ne de maksimum varoluş tam olarak işlemiyor. Kişisel alanların, sosyal mesafenin ortasında olsa bile hem sanal olarak bağlantılı hem de fiziksel olarak zenginleştirici olması gerekiyor.
2. Ofis Alanı
Covıd -19, profilaktik (hastalığı önleyici) tasarım gerektirir. Maskeler ve eldivenler vücudumuzu ikinci bir deri gibi kaplayarak bulaşıcılığı engeller. Markette sıraya girerken kendimizin başkalarına karşı hastalığı bulaştırıcı aynı zamanda başkalarının da bizim için bulaştırıcı olmadığından emin olmak zorundayız ve bunun için bantlanmış ve ayrımlarla döşenmiş kasaları gözlemliyoruz. Idenburg gülerek, “Bant, mimarideki en büyük malzemelerden biridir,” dedi.
Kapatılmak veya kapanmak zorunda kalan işletmeler yeniden açıldıkça daha başka geçici stratejiler de ortaya çıktı. Bir Hollanda restoranı, yemek yiyenleri ve garsonları birbirlerinden korumak için dış mekan masalarının etrafına seraya benzer cam kabinler inşa etmiş durumda. Türkiye’de de benzer örnekler mevcut. İstanbul’un en ünlü semtlerinden biri olan Beyoğlu semtinde yer alan Türkçe Meze Restoran inşa ettiği cam kubbeler ile müşterilerine yemek yerken hastalıktan korunmak için yüksek ihtimal ve güzel bir hizmet sunuyor.
Artık ofis alanlarında da açık ve ortak çalışma alanları son buluyor. Tüm çalışanlar birbirinden uzakta olmak istiyor ve uzak kelimesi küresel salgın döneminde güvenli kelimesiyle eş değer anlam kazanıyor. Ne kadar uzak, o kadar güvenli. Böylece ofis alanlarında da mimari yeniden ve salgına yönelik şekilleniyor. Bizleri akılcı çözümler üretmeye ve kendimizi mimarlara teslim etmeye yönlendiriyor. Bizler de üstümüze düşeni yapalım. Unutmayın; maske+sosyal mesafe+ hijyen+ doğru mimari.